The mind is its own place and in itself, can make a Heaven of Hell, a Hell of Heaven.
Paradise Lost, John Milton

1 Haziran 2010 Salı

Pan'ın Labirenti

Hayal gücü ile gerçeğin bu kadar birbirlerinden ayırt edilemez olduğu başka bir film izlemedim. Hepimizin hayatında peri maslarının ayrı bir yeri vardır. Biz zamanlar çok önemli olmuş, hatta çoğumuz için gerçeğin ta kendisi olmuştur. Benim için de öyle. Ama ne zaman ki gerçekle hayalin arasındaki ayrımı yapmaya başlarız, gerçekler daha önemli olmaya başlar birdenbire ve o yarattığımız, bir ait olan gerçekdışılığı bulamayacağımız bir yerlere gömeriz. Pan’ın Labirenti’nde, bu dönemeci daha yaşamamış olan bir kız, Ophelia gözünden onun gerçekdışılığını izliyoruz ve kendi gerçekliğimiz unutuyoruz.
Filmi ilk izlediğimde kafamı kurcalayan bir soru vardı. Yönetmen bize bunların gerçek olduğu ya da olmadığı konusunda hiçbir ipucu vermiyor. Yani Ophelia’nın yaşadıkları tamamen kızın hayalgücü mü? Öyleyse adamotu denilen bitkiyi nereden buluyor? Ya da kız bunları gerçekten yaşıyor mu? Öyleyse filmin sonlarında yüzbaşı Ophelia’nın yanındaki Pan’i nasıl görmüyor? Yani bu fantastik bir film mi? Yoksa dram mı? Sanırım filmin başarısı ikisi birden olmasında. Filmin yönetmeni, Guillermo Del Toro’nun bir konuşmasını izledim bu konuyla ilgili. Filmde olanların hepsi, Ophelia’nın hayal gücü. Şöyle ki, filmde 2. görevin bekçisi olan soluk yüzlü adamı yönetmen ilk önce robot gibi tasarlamış. Ancak daha sonra, bunun Ophelia’nın hayal gücüne uygun olmadığını düşünerek şu anki haline dönüştürmüş.
Filmde birçok dini gönderme olduğunu da düşünüyorum. Bunlardan bence en önemlisi yine Ophelia’nın ikinci göreviyle ilgili. Bu görevi soluk yüzlü adamın bulunduğu yere gitmek, oradaki kapılardan birini seçip içindeki anahtarı almak, masanın üstündeki yemeklerin hiçbirine dokunmadan da geri dönmek. Yönetmenin Hıristiyan olduğunu düşünerek buradan yola çıkacağım. Hıristiyanlığa göre Adem ve Havva yaratıldıklarında, Cennet Bahçesinde her şeye sahipler, sadece yasak meyvayı yememeleri gerekiyor, eğer yerlerse, ölümsüzlüklerini kaybedecekler. Şeytan, yılan kılığında Havva’yı kandırıyor ve yasak meyvadan yemesini sağlıyor. Adem de Havvanın isteğiyle meyvadan yiyor ve artık ikisi de ölümlüler. Sonuç olarak ikisi de özgür iradelerini kullanıyorlar ancak sonuç kötü oluyor ve bu günah henüz dünyaya gelmemiş olan bütün insanlara aktarılıyor. Filme dönersek, anahtarı aldıktan sonra Ophelia da aynı şeilde dayanamayıp yasak meyvadan yiyor ve görevini başarıyla yerine getirememiş oluyor. Bu nedenle, yeniden prenses ve ölümsüz olma şansını da kaybediyor. Ayrıca annesinin ölmesine yol açıyor ve henüz dünyaya gelmemiş kardeşi hiçbir suçu olmamasına rağmen bunun acısını çekiyor. Film boyunca, karakterlerin özgür iradelerine göre hareket etmeleri en çok işlenen temalardan biri. Mesela Ophelia sadece kötü olduğuna inandığı şeylere karşı değil, her konuda kendi içinden gelen neyse onu yapıyor; periler ona orta kapıyı açmasını söylediği halde, o içinden geçen kapıyı açıyor, haklı da oluyor. Doktorun ve Mercedes’in de benzer şekilde davrandıklarını görüyoruz. Ancak bunlara zıt olarak, Ophelia’nın annesi, Carmen, hiçbir zaman iradesini kullanmıyor. Başka bir dini göndermenin de film boyunca sürekli dikkatimizi seçen üçlemeler olduğunu düşünüyorum: Ophelia’nın üç görevi, üç ana kadın karakter, üç peri, üç taht.
Ayrıca filmin en güzel yanlarından biri de Ophelia’nın kız olmaktan kadın olmaya doğru ilerlemesi. Omuzundaki ay izi de bize bunu çağrıştırıyor. Mitolojik inanca göre ay kadının simgesidir güneş de erkeğin. Çünkü kadın değişkendir, her gün başka gözükür, güneş ise durağandır. Bu değişimi Ophelia üzerinde film boyunca görüyoruz. Prenses olmayı çok istemesine rağmen, filmin sonunda kardeşinin bir damla kanının akıtılmasına razı olmuyor ve bu isteğinden vazgeçiyor. Yine iradesini kullanıyor ama bu sefer iradesine mantığı şekil veriyor, yani büyüyor.
Çok etkilendim, çok düşündüm. Kesinlikle Guillermo Del Toro’nun hayal gücüne hayran kaldım. Çok uzun çalışma, çok fazla emek var. İzlemediyseniz hemen izleyin, dünyaya bakışınız değişecek ve “sadece bakanların görebileceği şeyleri fark edeceksiniz”.