The mind is its own place and in itself, can make a Heaven of Hell, a Hell of Heaven.
Paradise Lost, John Milton

4 Mart 2010 Perşembe

Kuantum, Kuantsın, Kuant

Başlamadan önce söylemem gerekir ki şu anda üniversite son sınıftayım. Eğer bir terslik çıkmazsa birkaç ay içinde okulumu bitirip diplomamı almayı umuyorum. Ama sonra bir yerlerde daha daha okuyup, sonra İstanbul’a dönmek istiyorum çünkü şu anki okulumda, Boğaziçi Üniversitesi’nde hoca olmak en büyük hayalim. Tahmin edersiniz ki bu çekişmeli bir maraton ve bu maratona, dünyanın en iyi okullarında doktora yapabilenler sadece bir adım değil onlarca metre önde başlıyorlar. Bu nedenle ben de okulumun bu son senesinde doktora için yurt dışında bazı okullara başvurdum, cevap bekliyorum. Önceki yazımda bahsettiğim belirsizliğin nedeni işte bu: Bilmiyorum, göremiyorum. Değil bir sene sonra, 6 ay sonra nerede olacağım hakkında bile hiçbir fikrim yok. Diyeceksiniz ki bunun başlıkta geçen konuyla, kuantumla ne alakası var? Anlayacaksınız.

Son zamanlarda deney sehpalarından gündelik yaşamımıza sıçramış bir bilimsel konu var: kuantum fiziği. Bazılarımız konu hakkında bilgi sahibi, bazılarımız sadece adını biliyor ama az ya da çok hepimiz bu konunun farkındayız. Ben bu konuda “öğrendikçe öğrenesi gelenler” kategorisindenim. Bunda çok sıkı bir Lost hayranı olmamın da etkisi var ama Lost’tan önce de bu konuyla ilgiliydim. Heisenberg’in belirsizlik kuralı, Schrödinger’in kedisi… Bu nedenle, bugün okul yolunda elime tutuşturulan “Kuantum ve Metafizik” konulu konferansı kaçıramazdım. Konuşmacı da daha önce okulda fizik dersi aldığım, derslerini severek dinlediğim Prof. Metin Arık. Böyle olunca aksam tuttum Res’in kolundan Yeni Yüksektepe felsefe derneğinin yolunu tuttuk. Konferans hayli kalabalıktı ve bir saat boyunca, Metin Hoca bildiği onca şeyi bu kadar kısa zamanda nasıl anlatacağı paniği içinde, hiç durmadan konuştu, anlattı. Onu dinlerken, insanın yaptığı işi sevmesi bu demek, diye düşündüm içimden, ne güzel.

Kuantum(quantum) adını Planck sabiti olarak bilinen çok küçük bir değer olan “quant”tan alıyor, zaten kuantum da bu küçük değerlerle ilgileniyor temelde. Bilmeyenler için benim de çok ilgimi çeken bir deney olan Schrödinger’in Kedisi’nden biraz bahsedeyim. Öncelikle kuantum fiziğinin gerçekten çok küçük, gözle görünemeyecek parçacıklar için geçerli olduğunu aklımızın bir köşesinde tutalım. Kuantum fiziğine göre bu küçük parçacıklar bir anda birden fazla yerde olabilir. Elektron, proton gibi parçacıkların bu özellikleri kanıtlanmıştır. Deneye göre Schrödinger masum bir kediyi, kapalı ama nefes alabileceği bir kutuya koyar. Kutunun içinde ayrıca, içinde zehirli gaz olan bir kap, fotona duyarlı bir tetik ve bu fotonu gönderecek bir kaynak bulunur. Deneye göre, eğer tetiğe bir foton değerse kutunun ağzı açılmakta ve salınan zehirli gaz ile zavallı kedi ölmektedir. Problem şurada, foton dediğimiz parçacık kuantum fiziğine göre aynı anda birden daha fazla yerde olabilir. Yani foton, bu durumda, tetiğe hem çarpar, hem de çarpmaz. Yani kedi hem ölüdür hem de diri; daha doğru söylemek gerekirse kedinin yarısı ölü yarısı diridir. Ancak biz kutuyu açtığımız zaman, müdahaleden dolayı bu olasılık bir duruma (ya ölü ya diri) çöker ve biz kediyi bazen ölü görürüz bazen diri. Oysa hiç açmasaydık, kedi hem ölü hem diri olacaktı. Rus ruleti gibi bir nevi. :) Bu arada, zavallı kedi dediğime bakmayın, bu tamamen düşünsel bir deneydir ve Schrödinger, amacı için hiçbir kediyi katletmemiştir.

Geçtiğimiz ay, lise arkadaşlarımla, yedi kişilik bir grup, Amsterdam’a gezmeye gittik. Orada Van Gogh müzesinden kendime sanatçının çok beğendiğim resimlerinden birinin posterini almıştım. Bugün Res ile odamda onu nereye asmam gerektiğine karar vermeye çalışıyorduk. Bunu çerçevelettirsene dedi; ben de altı ay sonra nerede olacağımı bilmediğimden hiç düşünmeden dedim ki; “gideceğim yerde çerçevelettiririm”. Bazı insanlar bundan 10 sene sonra nerede olacaklarını düşünmeden günü yaşamaya bakarlar: Carpe Diem! Ben ise günümü yaşamayı gözden çıkardım, sırf 10 sene sonra istediğim yerde olabileyim diye. Başvurduğum okulların çoğu Amerika’da; Amerika da, zaman, mekan, her boyutta İstanbul’dan ve sevdiklerimden çok uzakta. O an dedim ki içimden, keşke bu poster gibi sevdiklerimi de gideceğim yere götürebilsem. Peki o olmazsa, kuantum fiziğinin dediği gibi, birden fazla yerde aynı anda olabilsem, hem gitsem okulumu okusam hem sevdiklerimin yanında kalsam. Bir foton yapabiliyorsa ben neden yapamayayım, benim bir fotondan ne eksiğim var?


Not: Söylemeyi unuttum; Res biricik dostum. Ve erkek arkadaşım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder