The mind is its own place and in itself, can make a Heaven of Hell, a Hell of Heaven.
Paradise Lost, John Milton

10 Eylül 2010 Cuma

GÜN 5

Her Cuma programım aynı. Sabah 11 buçukta seminer dersim var. Her hafta değişik konuşmacılar geliyorlar, araştırmalarından, doktora tezimizi nasıl yapmamız gerektiğinden ve daha değişik değişik, yararlı konulardan konuşuyorlar. Bu dersi alıyorum ama notu yok, pass/fail olarak geçiyor. Seminer 12 buçukta bitiyor ve sonra 216nın laboratuarı var. Hatırlatiyim bu asistanlığını yaptığım ders. Sınıf 25 kişi, 3/4er kişilik gruplar oluşturdular dönem başında ve labları hep bu şekilde yapıyorlar. Ayrıca, sıkışıklık olmaması için, 4 grup 12:30 da, 4 grup 14:00 de geliyor. Dolayısıyla benim işim 16:00-16:30 gibi bitmiş oluyor. Bugün lab bittikten sonra, Jason (dersin hocası) önümüzdeki hafta yapılacak olan labın üzerinden geçelim dedi. O anda çok yorgundum ama sanırım bunu anlamış olacak hemen gitti kahve aldı geldi bize. :) Kahveyi içtim ve kendime geldim. Önümüzdeki haftanın labını da yaptık birlikte. Yani sonuç olarak ben labdan 18:30da çıktım yani tam altı saat orada kalmış oldum. İşin garip yanı ne kadar aşırı yorgun olsam da, öğrencilere bir şeyler yaptırmayı, bana bir şeyler sormalarını, onlara bir şeyler öğretmeyi çok çok çok seviyorum. Ayrıca, ne kadar üretim dalında olmasam da bu laboratuarlarda yaptıklarımız gerçekten çok zevkli. Bu yüzden itiraf etmeliyim, yorulmuş ve aç kalmış olsam da hiç şikayetçi değilim halimden. :)
Neyse, sonuçta saat 18:30 gibi yeniden açık havaya çıkabildim. Şimdi durumu düşünün:
1) Cuma akşamı
2) Çok yorgunsunuz
3) Zaten neredeyse akşam olmuş
4) Çok açsınız
5) Cuma akşamı
Ve son olarak,
6) Cuma akşamı :)
Dolayısıyla, hiç eve kapanasım yoktu. Mügeyle konuştuk ve dışarı çıkalım dedik. Aslında ilk planımız bar gibi bir yerlere gidip içmekti ama o bugün dişine kanal tedavisi yaptırdığı için hala ağrı kesicilerin etkisinde. Bu yüzden, İlke’ye de haber verdik, evimizin yakınlarında (biz üçümüz aynı apartman kompleksinde yaşıyoruz) Greek Fiesta diye bir Yunan restoranına gidip yemek yedik sonra da baya uzun oturup muhabbet ettik. Amerikanın yemek açısından güzel yanı, her yerde içecek sınırsız, o yüzden biz de kendi barını kendin yarat şeklinde saatlerce oturduk. :) Bu arada Greek Fiesta dediğime bakmayın, en son gittiğimizde Sardar Ortaçın benim hayatımda duymadığım bir şarkısını çalıyordu. Greek mreek ama benden türk çıktılar yani.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder